13.5.07

Lafügüzaf

İki gündür kendimi ne kadar yalnız hissediyorum anlatmak çok güç. Neden, etrafımda yalnızlığımı paylaşacak insanlar olmamasından değil, benim yalnızlığımı paylaşacak insana ulaşamamamdan kaynaklanıyor.

Yaşlanmışım diyorum ya hep. Doğru aslında. Doğruluğunu şuradan anlıyorum. Eskiden olsa, arar ağzına sıçardım beni yalnız bıraktığına inandığım insanın. Oysa şimdi, önceliklerin nasıl değişmesi gerektiği ile ilgili konferans bile verebilirim.

Şimdi bunları yazmam da kızgınlığımdan kaynaklanmıyor aslında. Hatta sitem bile değil. Çünkü anlıyorum...

Ben sadece yalnızlığımı yazarak paylaşmak istedim o kadar. Lafı fazla uzatmaya gerek yok.

25.1.07

Çok yaşa Gmail

Uzun zamandır beni rahatsız eden bir olay vardı. enginabat et gmail nokta com adresine sahip değildim :P Benim adresimde adım ve soyadım bir nokta ile ayrılıyordu: engin.abat şeklinde. Bunun insanı rahatsız etmesi için takıntılı olmak gerekir evet ama takıntılı olmadığımı iddia etmiyorum zaten. 3 önemli e-posta servisinin (Hotmail, Yahoo, Gmail) enginabat kullanıcı adları bana ait diyebileme takıntısı.
O zamanlar 4 Seas konferansı nedeniyle birlikte olduğum CERN'deki hocaların e-posta adreslerinin ad.soyad şeklinde olmasından etkilenerek ben de adresimi bu şekilde almıştım. Sonra pişman olup noktasız olanı da almak istedim ama bu adın başka bir kullanıcıya ait olduğu uyarısını aldım. İçimden "Tüh" dedim, "şu ülkede hatta dünyada kaç tane Engin Abat'ız ki zaten. Bir tanesi benden önce davranmış." Yıllarım hep buna üzülmekle geçti.
Geçenlerde bu yine kafama takıldı ve uğraşırken sürpriz bir durumla karşılaştım. Meğer yıllarca boşuna üzülmüşüm. O adres de zaten benimmiş :) Olay şu: Gmailden kullanıcı adlarındaki noktaları algılamıyor. Yani, ister enginabat et gmail'e gönderin ister e.n.g.i.n.a.b.a.t et gmail'e farketmiyor. Süper değil mi?
Eh artık gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: Dünya çapında üç önemli e-posta servisinin enginabat kullanıcı adları bana ait.


Kaynak: Gmail Help Pages

4.12.06

Yanılsama

Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: Biri hiç bir şeyin mucize olmadığını düşünmek,diğeri ise HERŞEYİN mucize olduğunu düşünmektir.

Albert Einstein


BAKMAK ve GÖRMEK..


Eğer yukarıdaki görüntülere bilgisayarınızın hemen önünden bakarsanız, kızgın yüzün solda, sakin yüzün sağda olduğunu görüyorsunuz...

Ancak, 2-3 metre uzaklaşıp baktığınız zaman tam tersini görüyorsunuz...

Bu illuzyon, Glasgow Üniversitesi'nden Phillippe G. Schyns ve Aude Oliva tarafından yaratılmış.

Her gördüğümüz, her zaman gerçek olmayabiliyor…


2.12.06

Gören Gözler

Dünya Hali
Hamit Seçil

Fazla söze gerek bırakmayan bir fotograf. Yayınlandığı FotoKritik adlı sitede 100'ün üzerinde yorum alan, ancak seçici gözelrin görebileceği, anı yakalamış bir fotoğraf. Ben yorum yapmıyorum çünkü fotoğraf kendini yeterince anlatıyor zaten. Sadece FotoKritik Sitesindeki ilginç bir yorumu aktarmak istiyorum:

"bu koca sitenin içindeki binlerce fotoğraf arasında, üzerinde saatler hatta günler harcanmış yüzlerce fotoğrafa birkaç saniyemi zor verirken, bazen o saniyelere bile acırken.. uzun süre izledim, düşündüm (ne yazacağımı değil), fotoğraf bakana konuşuyor, çok şey söylüyor, farklı açılardan farklı duygulara sürüklüyor."

23.11.06

Türk halkının "parçacıklara" yaklaşımı!

Geçen gün Hürriyet gazetesinde CERN ile ilgili bir haber çıktı. Haber o kadar değil ama gelen yorumlardan bazıları acayip komik. İçlerinde bana ait bir yorum da var. Haberi ve yorumları şuradan okuyabilirsiniz.

Bu konu ile ilgili olarak insanların duyarsızlığı ve cehaleti üstelik buna rağmen Türk halkına özgü mükemmel yorumları acınacak halimize güldürüyor. Benzer bir olay daha önce bir takside başıma gelmişti. Olay aynen şöyle gelişti:
Okula gitmek için taksiye bindim. Taksici okula gittiğimi öğrenince neci olduğumu sordu.
- "Fizikçi!" dedim.
- "Yani doktor" dedi.
- "Yok, biraz daha farklı. Biz insanla değil maddeyle ilgileniyoruz" dedim.
- "O zaman mühendis" dedi.
- "Aslında tam olarak öyle sayılmaz. Biz laboratuarda bilimsel araştırmalar yapıyoruz. Örneğin ben maddeyi oluşturan temel parçacıklarla ilgileniyorum. Hani madde atomlardan oluşur ya..."
- "Hmmmm!!!"
- "İşte biz o atomları da oluturan daha küçük parçacıkları bulmaya çalşıyoruz."
Daha fazla derinlere inmemem gerektiğini düşünüp sustum. Taksici abimiz de bir süre ses çıkarmadı. Aradan çok kısa bir süre geçtikten sonra yorumu patlattı:
Yolun kenarında yümekte olan bir kıza bakarak, "Bunda da ne parçacık vardır beaa!!!"

4.11.06

Binary

522ST Anılarım 2

Yine bir gün 522ST ile gidiyorum. Kavacık’a doğru yaklaşıyoruz. Fakat şoför amca bilmem kaç numaranın 3 dakika gerisinde kaldığını fark ettiği için basıyor da basıyor. Olmadık manevralar yapıp bir o şerit bir bu şerit geziyor. Kavacıkta durağa girmeyip, hemen yanındaki sonu kırmızı beyaz çizgili hunilerle kapatılmış yola girdi. Ben nasıl çıkacağını merak ederken amcanın huniyi fark etmediğini anladım. Son anda fark etti ama çok geçti. Bir manevra denedi yine ama olmadı. Biz huniyi aldık altımıza. Tabi aynı anda otobüsün altından bir ses gelmeye başladı. Öyle bir ses ki, hiç bir şeyden haberleri olmayan diğer yolcular “N’oluyor yahu” diye bakınmaya başladılar. Bu arada şoför amca hiç bir şey yokmuş gibi davranıyor. Bir yandan da huni kurtulsun diye otobüsü sağa sola sallıyor. Ama olmuyor. Huni bir türlü takıldığı yerden kurtulmuyor. Baktı olmayacak, yolun kenarındaki suyolunun üstüne çıktı. Amacı, oradaki boşluktan yararlanıp huniden kurtulmak. Bu arada ne olduğunu anlayamayan yolcular, “N’apıyor bu yaw” diye bağırmaya başladılar arkadan. E doğal olarak tabi. Amca yolun kenarındaki tepeye tırmanıyordu neredeyse. Birinci deneme başarılı olmayınca bir kere daha denemeye çalıştı ama bu sefer arkadan gelen sesler iyice artınca vazgeçti. Eeeh deyip bastı devam etti. Tam köprüye girecekken ses birden kesildi. Tamam dedim. Huniden kurtulduk. Şoför amca da şöyle bir rahatladı. Tam o sırada aklımdan şunlar geçiyordu: Otobüsün altından fırlayan huni nereye gitti acaba?